Eros kimdir?


Eros, İlk Çağ’ın en eski metinlerinden beri, evrende birleşme ve üretmeyi sağlayan doğal bir güç olarak karşımıza çıkar. Hesiodos, yaratılışı anlatırken Khaos’tan hemen sonra Eros’u sayar. Onun etkisini, insan dünyasında açıkça gördüğü hâlde, ilk tanrılar arasına nasıl yerleştireceğini iyice bilemez ama bu evrensel ilkeyi gene de saymış olmak için, şöyle der:
“Khaos’tu hepsinden önce var olan, sonra geniş göğüslü Gaia, Toprak Ana… Ve sonra Eros, en güzeli ölümsüz tanrıların, o Eros ki elini, ayağını çözer tanrıların ve insanların da tanrıların da ellerinden alır yüreklerini, akıl ve istem güçlerini.” (Theog. 116 vd.)


İlk Çağ’ın en içli ve bilinçli aşk şairi Sappho da Hesiodos’a benzer bir tanımlama yapar:

“Gene Eros, elimi, kolumu çözen,
hem tatlı hem acı Eros.
O karşı gelinmez yaratık
sarsıyor beni.”

Orfizm denilen ve şair Orpheus’tan geldiği ileri sürülen mistik akımda da Eros’un dünyayla birlikte kaostan çıktığına yahut da geceden doğma evren yumurtası ikiye bölünüp yarı kabuğundan gök, yarı kabuğundan toprak ortaya çıkınca, Eros’un da doğduğuna inanılmaktadır.

Platon’un “Şölen” adlı diyaloğunda, herkes kendine göre sevginin tanımlamasını yaptıktan sonra Sokrates, bir kadınbilici Mantineialı Diotima’nın görüşlerini anlatır. Diotima’ya göre Eros, bir tanrı bile değildir, ölümlüyle ölümsüz arası bir varlık, Yunanlıların “daimon”, bizim “cin” dediğimiz bir yaratıktır. Eros’un doğuşunu anlatmak için yepyeni bir efsane tasarlanır: Yoksulluk Tanrıçası Penia ile Bolluk Tanrısı Poros’un oğluymuş. Bollukla yoksulluktan doğan sevginin talihi de ona göre olmuş. Sevgi her şeyden önce ve her zaman yoksuldur. Çoklarının sandığı gibi hiç de öyle zarif ve ince değildir, tersine kabadır, pistir, evsiz barksız, yalın ayak, açıkta, dağda, bayırda, kapı önlerinde, yol köşelerinde yatar kalkar. Ne yapsın? Anasına çekmiş, yoksulluktan kurtulamaz. Babasına çeken tarafıyla da hep güzelin, iyinin peşindedir, yürekli, atılgan, dayanıklıdır, yaman avcıdır, hep tuzaklar kurar, fikirlere buluşlara düşkündür, büyücülükte eşsizdir. Aslında ne ölümlü ne de ölümsüzdür. Bakarsın aynı günde bolluk içinde gelişir ve yaşar, birdenbire de ölür, sonra yine babasının tabiatı gereği, bir çaresini bulup dirilir. Bir şeyin eline geçmesiyle elinden kaçması bir olur.
Böylece sevgi, her zaman ne yokluk içindedir ne de varlık içinde.

Başka efsanelerde Eros’un, Aphrodite ile Hermes’in oğlu ya da Eileithyia veya İris’in çocuğu olduğu söylenir. Uronoslu Aphrodite’nin, Hermes’le birleşmesinden Eros doğmuş; Dione’nin kızı Aphrodite’den de Anteros (karşılıklı aşk)… Bu efsaneler, Eros’un özündeki çok yönlülüğü dile getirmek için sonradan söylenegelmiştir. Ne var ki hiçbir tanrı, Eros gibi zaman ve mekâna göre değişik biçimlerde yansıtılmamış ve hiçbir tanrı, Eros kadar şiirlere konu olmamıştır.


Böylece Eros, tanrı evrensel bir ilkeden, insanları oklarıyla kovalayan ve yaralayan, kanatlı, alaycı ve yaramaz, giderek tehlikeli bir çocuk biçimine girmiş, bu biçimle de günümüze kadar gelmiştir. Eros’u ele alan en güzel efsanelerden biri, Apuleius’un, “Eros ile Psykhe” efsanesidir. Bir Miletos efsanesine dayanan bu güzel ve ünlü masalda, sonraları bütün dünya folklorunda kullanılacak motif ve temalar görülmekte, masal türünün en eski kaynaklarının da Anadolu’da bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Bu masalın ayrıca simgesel bir anlamı da vardır. Sevgi ile ruh birbirinden ayrılmaz ama bu birlik ancak birçok engelleri yenmek, birçok düşman güçleri alt etmekle gerçekleşir. Apuleius, bu neoplatoncu görüşleri çok renkli ve dokunaklı bir öyküde dile getirmiştir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder